2 Ekim 2017 Pazartesi

Bize Yapılanlar Neydi? -2-

Sayın Ali Bulaç'a 

Hakkınızda çıkan haberlerin hiç biri bana inandırıcı gelmiyor. Hangi şartlarda haber aldığınızı, ve neler çekip, hangi ortamda yaşadığınızı bilmeden ahkam kesiyorlar. Hakkınızda söylenenlere inanmayıp, kavuşacağımız günü sabırla bekliyorum.

Naneli Çayın Efendisine
o kadar çok özlemle doluyum ki anlatamam. Bir mektupla duygularımı belirtmek için kaç defa kalemi elime aldım anlatamam. Duygusal yoğunluktan yazamadım, yazdırılmadı. Kavuşacağımız günü sabırla bekliyorum....


Bize Yapılanlar Neydi? -2-

Mü'minler 
Rüyalar nübüvvetten sadık parçalardı. Rüyasında elini zırhının içine soktuğunu, kılıçının diş attığını ve yanında iri iri sığırların bogazlandığını görmüştü. Rüyasını paylaştı arkadaşları ile. Yorumunu da bizzat kendisi yaptı. "Zırh Medine'de kalmaya işarettir. Kılıcımın diş atması; beni koruyan kılıçlardan bazıları şehir olacak. İri sığırların boğazlanması ise kanlı bir savaş olacağına işarettir." buyurdular. Efendimiz bir şehir kuşatması ve savunma savaşı yapmaktan yanaydı. Ancak genç komutanlar ve Bedir'e katılamayanlar; düşmana şehrin dışında, açık arazide meydan savaşıyla karşılık verilmesinde ısrar ettiler. Cuma namazını kıldıktan sonra yola çıktılar. Etrafta tereddüt ve endişe hakimdi. Useyd ve Hudayr: "Siz ne yaptınız?" Diyorlardı. "O'nun sözünün üstüne söz mü söylediniz?" O ise (sav) "Bir Peygamber zırhını giydikten sonra, Allah hükmünü verene kadar asla çıkarmaz!" dedi.

Tereddüt Tereddüt
Geceyi, Medine ile Uhud Dağı arasındaki Şeyheyn'de geçirdiler. Ümmü  Seleme validemizin kendisine akşam yemeği getirdi. Bunu bir teskin ve teselli olarak anlayabiliriz. İkindi, akşam ve yatsı namazlarını burada kıldılar. Zihinlerde yaptıkları şeyin doğruluğunun tereddüdünü yaşıyorlardı. Münafıkların sessiz sedasız ayrılıp gidişleri sinelere ok gibi saplandı.  "Bu gece beni kim koruyacak?" nidasından ve üçünde de Zekvan b. Abdi Kays'ın çıkışından; zihinlerde tereddüdün devam ettiğini anlıyoruz. Gece yarısı az sayıdaki bir Yahudi grubu çıkageldi ise de, Efendimiz onların bazı gizli niyetlerinden kuşkulanarak, Müslüman karargâhına girmelerini reddetti. İslâm ordusu Benî Hâriselerin arazisinden geçerken gözü kör ve kendisi münafık olan Mirba’ b. Kayzî’nin bahçesinden geçmek zorunda idiler. Mirba’, Efendimiz'e seslenerek: “Eğer sen Allah'ın peygamberi  isen, sana benim bahçemden geçmeni helal etmiyorum!” dedi. Ardından eline bir avuç toprak alıp: “Vallahi ya Muhammed! Bu toprağı, sana isabet ettireceğimi bilseydim muhakkak senin yüzüne atardım!” dedi. Bunun üzerine ashab onu öldürmeye davranınca, efendimiz şöyle buyurdu: “Öldürmeyin onu! Onun kalbi de gözleri gibi körelmiş!"

İmsak vakti girmeden harekete geçip Uhud'da konuşlandılar. Sabah namazını burada kıldılar. Sadece yedi yüz kişiydiler. Düşman ise üç bin kişiden oluşuyor ayrıca güçlü süvari birlikleri vardı. Savaş daha başlamadan Ensar'dan iki kabile de meydandan ayrılmak istedi. Zihinlerde tereddütler devam esiyordu. Ayrılmak isteyenlerin dört yüz civarında olduğunu düşünürsek; meselenin vehametini anlarız. Korku ve dehşet had safhaya gelmişti.

‎إِذْ هَمَّتْ طَائِفَتَانِ مِنْكُمْ أَنْ تَفْشَلَا وَاللَّهُ وَلِيُّهُمَا ۗ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
"Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi.Halbuki müminlere düşen, yalnız Allah'a dayanıp güvenmeleridir." Ali İmran, 122

Taktik ve Nizam
Müslümanlar; dost, muhib ve müttefiklerin ihaneti ile yapayalnız kalmışlardı. Efendimizin uyguladığı harp taktiği çok etkili oldu. Ayneyn tepesine yerleştirdiği okçular; düşman süvari birliğini kımıldayamaz hale getirdi. Okçulara şu tembihi yapmıştı: “Kuşların cesetlerimizi didikleyip parçalamaya başladığını görseniz bile, ganimet topladığımızı görseniz bile görev yerlerinizi asla terk etmeyin!” Bu taktikle düşman süvari birliğinin yarısı, kendi piyade birliklerini koruma amacıyla onların yanında kalıp kımıldayamaz hale gelmişti. Diğer yarısı ise Müslüman hatlarına saldırmak amacıyla Uhud Dağı’nın etrafından dolaşarak uzun bir yol kat etmiş, ancak stratejik ayneyn tepesini okçular nedeniyle ele geçirememişti. Arazi şartları, Müslümanların kendilerinden dört kat daha kalabalık olan düşmana karşı koymalarına imkân verecek nitelikteydi. Harp nizamı aldıklarında efendimiz safları bizzat düzeltti ve askerlere "Beri gel! Geri git! Diyerek safların düzgün olmasına dikkat ederek herkesin aynı hizada olmasını istedi.

Toparlanmak
Savaşın ilk safhasında Müslümanların hücumuna maruz kalan düşmanın geri çekilip kaçıyordu. Okçular, o sırada Efendimizin kendilerine sıkı sıkıya yapmış olduğu tembihleri unutmuşlar, ganimet peşine düşmüşlerdi. Bu durum her şeyi tersine çevirdi: Hala tetikte beklemekte olan düşman süvari birliğinin öteki yarısı ayneyn tepesini arkadan dolaşarak hücuma geçti. Müslüman saflarının arkasına kadar sızdı. Bu süvarilere karşı kendilerini savunmak için düşmanla savaşan Müslümanlar yarım daire çizip geri döndüler. Böylece düşmanın ana gövdesi üzerinde oluşturdukları baskı zayıflayınca, bu kez kaçan müşrik ordusu toparlanıp yeniden saldırıya geçti. Müslümanlar "İki ateş” arasında kalmışlardı. Her yana kargaşa hakimdi. Ordusu öyle bir dağılmıştı ki, toparlamak çok zordu. Şöyle nida ediyordu: “Allah’ın kulları! Bana doğru geliniz! Allah’ın kulları! Bana doğru geliniz!” Bu nidaya ancak otuz kişi toplayabilmişti. Acıklı sahneler yaşanıyordu. Gelenler konsantre bir öz gibiydiler. Ve şöyle deyip yeniden biat ettiler: “Senin yanından hiç ayrılmamak üzere, yüzüm yüzünün önünde siper ve kalkandır! Vücudum senin vücuduna fedadır! Allah’ın selamı senin üzerine olsun!”

Geri kalanlar şavaşı terkedip ortadan kaybolmuşlar bazıları Medine'ye bile varmıştı. Kuran bu olayı şöyle resmediyor.
‎إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُوا ۖ وَلَقَدْ عَفَا اللَّهُ عَنْهُمْ
"İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya, işte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan ayaklarını kaydırmak istemişti. Allah yine de onları affetti. Ali imran, 155

Mü'min Duruşu
İkinci aşamada "Muhammed öldürüldü" yaygarası koparılıyordu. Bu dehşetli yaygarayı duyan mücâhidlerin birden kolu kanadı kırılıverdi. İslâm Ordusunda umumî bir geri çekilme ve panik havası başladı. Her biri başka başka istikametlerden harb sahasını terk ediyordu. Bu dehşetli hengâmede, farkına varmadan, düşman askeri diye din kardeşlerine kılıç sallayanlar bile oluyordu. Hattâ, bu karışıklık esnasında Huzayl b. Cabir, bir başka sahabî tarafından yanlışlıkla şehid edildi.

Münafıkların fitne sokup zihin bulandırma hareketi ve dezenformasyonuna karşılık bazı sahabiler mü'mince duruş sergiliyorlardı. Enes b. Nadr:  “Ey Müslümanlar! Eğer Muhammed öldürülmüşse, Muhammed’in Rabbi de öldürülmedi ya! Muhammed’in çarpıştığı dâvâ uğrunda siz de çarpışınız! Allah’ım! Şu Müslümanların yapmış oldukları şeylerden dolayı Senden af ve özür dilerim! Bir ara Hz. Ömer ve Talha b. Ubeydullah’ı gördü. Baktı ki, ellerini savaştan çekmişlerdi. Onlara: “Sizi böyle oturtan nedir?” diye sordu. “Peygamber şehit edilmiş!” dediler. Enes b. Nadr: “Efendimiz  şehit edildiyse, hiç şüphesiz Allah Hayy’dır. O'ndan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkın! Siz de Allah Rasülü'nün  can verdiği dava uğrunda can verin!” dedi.

Davayı Sırtlanmak
Mekke ordusu,savaş meydanına erken gelmenin avantajını kullanarak çevrede bazı tedbirler almıştı. Çevreyi çok iyi bilen Medineli Ebu Amir boş durmamış, İslam ordusunun konuşlanacağını tahmin ettiği yerlere çukurlar kazmış, kazdırmıştı. Bir ara Efendimiz'den haber alınamadı. "Yok mu beni kurtaracak" nidalarına Hz. Ali ve Talha b. Ubeydullah yetişmiş;  içine düştüğü çukurdan çıkıp Uhud Dağı’na çekilmişlerdi. Uhud dağına doğru çekilirken oturduğu yerden kalkmak istediğinde ise ayağa kalkamadı. Yaralarından dolayı dermansız kalmıştı. Sırtında iki kat zırh olduğu için kalkmaya güç yetiremedi. Dizleri kitlenmişti adeta! Ancak Taha b. Ubeydullah hiç düşünmeden sırtlandığı gibi kayalıkların üstüne çıkarttı. "Talha cenneti hak etti!" buyurdular.

Hedefteki Lider
Bir aralık Efendimiz'den kimse haber alamıyordu. Muhammed öldürüldü nidaları Müslümanları deliye çevirmişti. Bu esnada, yürekleri ferahlatıcı bir ses Ka'b b. Malik'ten geldi: "İşte Resûlullah!" diyordu.
Bu sesin sahibi, Ka'b b. Mâlik'ti. Müslümanlara seslenirken, eliyle de bulunduğu yeri gösteriyordu. O gün yüzüne yetmişten fazla darbe alan efendimiz harap ve bitap bir haldeydi. Efendimiz, düşman tarafından nerede olduğunun bilinmesini istemiyordu. Müslümanlara müjdeyi veren Ka'b'a, eliyle, "Sus, sus!"  işareti yaptı.

Ebû Sufyân da, son bir kez savaş alanını dolaştıktan sonra dağın eteklerine yaklaşarak yüksek sesle “Muhammed (sav) hayatta mı?” diye sorduğunda Efendimiz cevap verilmemesini emretti. Ebû Sufyân tekrar “Ebû Bekir yaşıyor mu? Ömer yaşıyor mu? vs.” şeklinde sorular sorup hiçbir cevap alamayınca, sevinerek şöyle söylendi: “Tabii ki hepsi de öldüler. Hubel! Yüce Hubel!”  Efendimiz'in hayatta olduğunu ve bu konuşmayı dinlediğini anlayınca sözlerine şöyle devam etti. "Ya Muhammed (sav)! Bugün bir başka güne bedeldir. Bedir’e karşılık Uhud; oğlum Hanzala’ya karşılık Hanzala b. Ebî Âmir; eğer isterseniz gelecek yıl Bedir’de yine aynı gün benimle karşılaşmaya geliniz!” Bu iki olayda Efendimiz'in sus işareti yapması, Ebu Süfyan'a cevap verilmesini istememesi gösteriyor ki hedefe Efendimiz'in ortadan kaldırılması konmuştu.

Fazilet Nerdedir?
Allah Rasulü efendimiz ağır yaralanmış; hatta çukura düştüğünde baygınlık geçirmişti. Çift zırh giymesine rağmen İbn-i Kamia'nın kılıç darbesi ile sol omzunda, hayatınının sonuna kadar ağrısını hissedeceği bir yara almıştı. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın kardeşi Utbe'nin attığı taşla mübarek dişleri kırılmış ve miğferinin halkası mübarek yanağına saplanmıştı. Hz. Ali efendimiz yağmur birikintilerinden oluşan mihras sularından kalkanı ile su getirip yaralarını temizledi. Sudan içirmek istediler durgun su olduğu için kokusunu beğenmeyip içmediler. Yaralarını tedavi ettirdikten sonra şehitlerin cenazelerinin gömülmesine nezaret etti. O kadar yorgun ve bitap halde idi iki o gün öğle ve ikindi namazlarını da ayakta değil oturarak kıldırdı. Şehitler için mezarlar kazılıyordu. “Yâ Rasûlallah! Şehit olan her insan için kabir kazmak çok zor olacak! dendiğinde: "Kabirleri genişçe kazınız. Şehitlerden ikisini veya üçünü bir kabre yan yana koyunuz” buyurdu. “Yâ Rasûlallah! Bir kabre konulacaklardan, hangisini önce koyalım?” dediklerinde ise: “Kur’ân’ı daha çok bilenleri daha önce koyunuz” buyurdu. “Vallahi, ashabımla birlikte bende şehit olup Uhud dağının eteklerinde
gecelemeyi ne kadar isterdim!” buyurdu. Hepsine ayrı ayrı cenaze namazı kıldılar. Her cenazede Hz. Hamza için tekrar niyet edip yetmiş küsür kere namazını kıldı.

Defin işlemleri bitikten sonra atına bindi ve; “Arkamda dizilin ki, Azîz ve Celîl olan Rabbime hamdü sena ve dua edelim” buyurdu. Bunun üzerine, sahabiler, Efendimizin arkasında tek saf oldular. On dört de kadın vardı, onlar da ikinci bir saf yaptılar. Ellerini kaldırıp şöyle bir dua yaptı: “Allah’ım! Senin uzaklaştırdığını yaklaştıracak yoktur! Senin vermediğini verecek yoktur! Allah’ım! İhtiyaç gününde Senden nimet, korku gününde de Senden emniyet isterim! Allah’ım! Bize verdiğin şeyin şerrinden de, vermediğin şeyin şerrinden de Sana sığınırım! Perişanlıkla fitneye düşmeksizin bizi salih kimselere kavuştur! Allah’ım! Senin yolundan yüz çeviren ve Peygamberini inkâr eden kâfirleri öldür! Onlara musibet ve azabını ver! Allah’ım! Kendilerine Kitab verilen ve İslamı kabul etmeyen kâfirleri de kahret!"

Hasar ve Sadakat
Evine döndüğünde ise bineğinden inecek mecali bile yoktu ancak Sad b. Muaz ve Sa'd b. Ubade'nin yardımı ile inebildi. Kılıcını kızı Hz. Fâtıma’ya uzatarak: “Ey kızcağızım! Bunun kanını yıka! Bu kılıç bu gün bana sadakat gösterdi, görevini yerine getirdi." Buyurdu. Hz, Ali efendimiz de kılıcını eşine uzatıp; benim kılıcım da bana sadakat gösterdi!" deyince, "Sehl b. Huneyf ve Ebu Dücane de seninle birlikte kılıçlarının hakkını verdiler. Allah bize bir fetih verinceye kadar artık müşrikler bir daha bizi asla bunun gibi bir musibete uğratamayacaklar!" Buyurdular. Akşam namazını kıldırdıktan sonra ise odasına çekildi yatsıyı kıldırmak için odasından ancak gece yarısından sonra çıkabildi. Hazrec ve Evs kabilelerinin ileri gelenleri, bir baskın ihtimaline karşı, kapısının önünde nöbet beklediler.

O'nunla Olmak
Düşmanın geri çekilme nedenini anlamamakla birlikte, pişman olup kararlarından vazgeçerek geri dönecekleri düşüncesi ağır basınca Efendimiz onların takip edilmesi gerektiği kararını verdi. Sabah namazını kıldıktan sonra ise Münadiler şöyle sesleniyordu: "Allah Rasülü düşmanınızı takip etmenizi emrediyor! Dün Uhud'da bizimle birlikte çarpışmada bulunmayanlar gelmeyecekler! Ancak çarpışmada bulunanlar gelecekler!" Yeni bir imtihan daha yaşanıyordu. Mümin münafıkla bir defa daha ayrılacaktı. Sancağı bağlayıp Hz. Ali Efendimiz'e tevdi etti. Tam hareket edeceklerdi ki; baş münafık İbni Selül geldi. "Ben de hayvanıma binip seninle birlikte takibe çıkayım mı?" diye sorunca "Hayır!" cevabını aldı.

Efendimiz de dahil olmak üzere tamamına yakını yaralıydı. Abduleşhel oğullarından sağ kalanlardan hemen hepsi yaralı idi. Beni Selemelerden neredeyse tamamı dört yüz ağır yaralı vardı. Benî Eshel kabilesinden iki adama; Abdullah b. Sehl ve kardesi Râfi b. Sehl'e, herkes gıpta etti. İkisi de savaştan yaralı olarak  çıktılar. Efendimizin münadisini duyunca biri diğerine: “Peygamber’le birlikte bir sefere iştiraki kaçırmayalım” dedi. Binecek bir binekleri de yoktu ve ikisi de ağır yaralıydı. Ordu ile beraber yola çıktılar. Fakat Rafi'nin yarası kardeşininkinden daha ağırdı. O bîtab düştüğünde Abdullah onu sırtlayarak götürüyordu. Yorulunca da biraz yürürlerdi. Bu müslümanların vardığı noktaya Hamra'ul Esed'e varıncaya kadar böyle devam etti. Bütün bunlar onunla beraber olabilmek içindi! Hamra'ul Esed, "Kızıl Aslan"  tepeleri... Medine'ye 35 km uzaklıkta. Buraya varınca kamp kurup üç gün burada beklediler. Üç günün sonunda geri döndüler.

Kadınlar, Kadınlarımız
Bir düşman askerinin Allah  Resulünü vurup öldürdüğünü ilan etmesi karşılığında; Müslümanlar bozguna uğrayıp çeşitli yönlere doğru kaçışmaya başladılar. Ancak aralarında birkaç kadının da bulunduğu çok az sayıdaki sahabe, savaşı terk etmeyip, peygamberlerini savunmaya devam ettiler. Daha fazla bir şey yapamayacağını anlayan düşman ise savaş alanından çekilmeye başladı. Müslümanlar, aralarında Hz. Hamza’nın da bulunduğu yetmiş küsür şehit vermişlerdi. Bu savaşta kadınlar çok saygın bir durum kazandılar. Hind ve Sülafe'nin yaptıklarına karşı; tıpkı erkek gibi savaşan Ümmü Umâre'nin yaptıkları Efendimizin takdirini ve övgüsünü kazandı. Dinar kabilesinden Hind binti Amr'ın: “Madem ki sen yaşıyorsun, diğer tüm sıkıntılar aşılabilir!” demesini; Sümeyra'nın كل مصيبة بعدذلك جلل "Bundan sonra gelecek tüm musibetler sinek ısırığı gibi gelecektir" sözü hiç unutulmayacak. Halbuki Babasını, amcasını, kocasını ve kardeşini kaybetmişti. Sa'd b. Muaz'ın annesi Kebşe binti Ubeyd; oğlu Amr şehid olmasına rağmen. "Seni sağ gördüm ya! Sevinçliyim!" diyordu.

Sonuç
Efendimizin Uhud şehitleri hakkındaki müjdeleri vardı: "Uhud şehitlerinin Allah yolunda can verdiklerine kıyamet günü tanıklık edeceğim. Ve onların Allah yolunda aldıkları yaraları kan renginde, kokuları ise misk kokusunda olarak mahşer meydanına gelecekler!"

Şehitlerin kanlı elbiseleriyle sarılıp gömülmelerini de emir buyurdu.
İbn Abbas tarafından rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde de, Peygamberimiz Aleyhisselam, şöyle buyurmuşlardır: Uhud’da kardeşlerimiz şehit oldukları zaman, Yüce Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu. Onlar, Cennetin ırmaklarından sulanır, meyvelerinden yer, Arşın gölgesinde asılı altın kandillere gidip yuvalanır, tünerler. Onlar, böyle, yiyecek ve içeceklerinin hoşluğunu, güzelliğini görünce: "Keşke Allah’ın bize neler ikram ettiğini kardeşlerimiz bilselerdi de,cihad etmekten çekinmeseler, çarpışmaktan kaçınmasalardı!" dediler.

Bize Yapılanlar Neydi?
Evet Uhud'da o gün olup bitenlere farklı taraflarından bakmaya gayret ettik. Amacımız zihinlerde çağrışım yapıp; günümüzü okuma gayreti idi. Şeytana verilen süre devam ediyor. Türlü türlü hallerden, türlü türlü kisvelere bürünüp insanın ayaklarını kaydırmaya devam ediyor.

‎قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ
Şeytan öyle ise dedi, “Sana gelen tüm yollara oturup onları gözleyeceğim.  Senin doğru yolunun üzerinde onları azdırmak ve uzaklaştırmak için pusu kurup oturacağım.” Araf, 16

Bize kurulan pusu ve tuzaklara önce zihnen mağlub olduk. Ardından maddi tuzaklar karşımıza çıktı. Ne zaman bir mümin başına gelen bela ve musibet ile sınanıyorsa; bilin ki İmanını ortaya çıkarmak içindir. Bu süreçte bunu iliklerimize kadar yaşadık. Hadiselerin pek çok tarafı olduğunu iyi bilmeliyiz. Biz hangi taraftayız bunu bilsek yeter. Hepimiz sarsıldık. Anlam veremedik. Kazanımlarımızı, geleneklerimizi, davamızı sorguladık. Kendimizi bir refleks olarak korumaya aldık. Bunlar doğaldı, lakin iyice düşünme zamanı geldi de geçiyor artık. Okçular misali hepimiz tepelerde bulunuyorduk. Tepeleri terk mi ettik yoksa? Terk etmemizi fısıldayanlara aldanıp ganimete mi yöneldik? Hakk'a hizmet bitti diyenlere cevabımız ne olacak? Hakkı'n La yemut olduğunu haykırmayacak mıyız?

Bazılarımız maddi, bazılarımız ise manevi yara bere içinde. Kımıldayacak hali olmayanlarımız var. Yoksa bu halimizi mazeret gösterip ibadetlerden geri mi duruyoruz? Hizmet etmekten geri mi duruyoruz? Hakk'a hizmeti yaşatabilmek, hizmetin ayakta olduğunu görmek bize hangi duyguları yaşatıyor. Yukarıda yapılan tasnif bizim için ne anlam ifade ediyor. Kendimizi nerde görüyoruz? Taktiklere mağlub mu olduk yoksa? Saf nizamında önde veya arkada durup hizayı mı bozuyoruz? Mümince duruş sergileyebiliyor muyuz? Kimsenin kalmadığı yerde davayı sırtlayabiliyor muyuz?

Ne Yapmalıyız?
Davanın yöntemi ve şahıslar üzerinde hala tereddüt yaşıyorsak o zaman biz kimiz? Hasar gördük ama sadakatimizi devam ettirmeliyiz. Liderler hep hedefle olur. Efendimiz'in Ka'b b. Malik'e sus işareti yapması ne manaya geliyordu. Sesimizi çıkarmamız fayda mı veriyor zarar mı? Faziletfuruşluk değil gerçek faziletin peşinde olmalıyız. Şehitlerin hangi sıra ile defnedildiklerini unutma! Musibetlere Allah izin verdi ve gerçek müminleri ortaya çıkarmak istiyordu.

Eğer aklımızı başımıza alırsak bizi bir daha asla musibete uğratamazlar! Sahabe efendilerimizin affedildiğine dair ayetler var. Bizim hakkımızda ne var?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder