7 Şubat 2017 Salı

Bir Hızır Yazısı -1-

Olayların Bütün Yönlerini Kavramak


Bilgi Kirliliği
Etrafta bir bilgi kirliliği yaşanıyor. Olayları ve insanları bütün yönleri ile kavrayıp öğrenmekte ve tanımakta zorluk çekiyoruz. Nurlu insanlar terörist damgası ile cezaevlerine konurken; terörist tipli, ahlak yoksunları hayatın her alanında arz-ı endam ediyorlar. Dış görünüşler aldatıyor bizi. Yan masada oturan takım elbiseliler; güven vermiyor. Çocuğumuzu emanet ettiğimiz öğretmen; öğretmenin dışında herşeyi konuşuyor, öğretmeye sıra bir türlü gelmiyor.

Arkasında namaz kıldığımız imam efendi, ya bir kameraya poz verir edada ya tv dizisi repliği ile kendinden geçiyor. Müdavimi olduğum cami duvarında "dilenciye para vermeyin" afişi önünde dilenci hiç eksik olmuyor. Aileler tanınmaz halde. Bir aile büyüğü arayıp "daha akıllanmadınız mı?" edasında: "değişiklik var mı?" diyor. Selamı sabahı kesenlerin dışında kalan bir kaç ilişki de ise beyin ölümü gerçekleşmiş, can çekişiyor. Whatsup gruplarından "Fırka-i Dalle" mesajları yağıyor, iftira ve gıybet haberleri kulaktan kulağa oyunu gibi; sonu başını tutmuyordu.

İnsanların kanaat ve fikirlerinin, fululaşıp matlaştığı; şu günlerde eşya ve hadiselerin gerçek yüzünü gösterecek bir Hızır bekliyor, insanlık...

Rahmetli dedem, çocukluğumdan beri hep anlatırdı: "Her geleni Hızır bilin! Evladım" derdi. Bu darlık, sıkışmışlık içinde her gelenin Hızır bilinmesi gereken günler yaşıyoruz.

Her Geleni Hızır Bil!
Uzun yaz günlerinin sıcaklığı; ikindiden sonra Kazmacı Beli'nden aşınca azalıyordu. Evin önüne yastık minder atar, oturduğum sekinin taşlarını sular, serinlerdim. Bu sekide içilen çayların ve edilen muhabbetin zevkine doyum olmazdı. Çevremizde hayır sever bilinir; derdi olana derman olmaya çalışırdım. Köy işlerine koşar, misafir ağırlar, yemek yedirir, bildiğimiz tüm hayırları yapardım. Evim yol üstü olduğundan gelen geçen selam verir, uğrayanımız çok olurdu.

Neye canım sıkkındı bilmiyorum; yine böyle bir ikindi sonrası otururken ev önünde; aksiliğim tutuverdi. Moral filan yok bende, önüme gelenle tartışıyorum, kim ne dese kabul etmiyorum. Gelen geçen olunca da susuyorum ki kimse bu halimi bilmesin. Elli yıldır otururum aynı yerde. Atlı dilencileri ve çerçileri, kağnı ve at arabalarını, traktörleri, kamyonları şimdilerde ise hususi araçları, çok görmek nasib oldu oturduğum yerden.

Böyle bir yaz akşamında bembeyaz bir atın üzerinde, bembeyaz elbiseler içinde, piri fani, üzerinde yolculuk alameti olmayan  bir adam çıkageldi. Atından inip, selam verip yanıma kadar geldi. Yoldan geldiğini, yorgun olduğunu ve karnı aç olduğunu söyledi. O an tek başıma oturuyordum. Böyle herkesin gelip ihtiyacı için bana başvurması nedense birden beni rahatsız etti. Yahu arkadaş burada benden başka müslüman mı yok ki herkes bana geliyor, diyerek: "yok efendi Allah versin" deyiverdim. Adamı dilenci zannetmiş, onun için böyle davranmıştım. Adam ise benim bu tavrıma pek aldırmadan, "Peki" deyip oturacak gibi olduğu minderden hızla kalktı ve atını yedeğine alarak, yürüdü ve uzaklaştı. Yirmi yirmibeş metre sonra köşeyi dönüp gözden uzaklaştı.

Eyvah! dedim. "Ben ne yaptım, neden misafiri geri çevirdim" diyerek hayıflandım. Çocukları seferber ettim: "gidin şu yabancıyı bulun" diyerek. Ama nafile, birkaç koldan gittiği yönü altına üstüne getirdik, bulamadık o adamı. Adamın her halinden belli idi, normal değildi. Yolcuya da benzemiyordu. Hızır mıydı, melek miydi, evliya mıydı? Anlayamadık bir türlü. Ayağıma kadar gelen fırsatı elimle tepmiştim. Pişmandım...

Rahmetli dedem, çocukluğumdan beri bu hikayeyi hep anlatırdı.

Hızır Kimdir?
Öteden beri Hz. Musa ile Hz. Hızır hikayesi hep ilgimizi çeker. Hızır O'nun adı değil sıfatıdır. Asıl adının "Belya" olduğu, geçtiği yerler, oturduğu yerler yeşillendiği için kendine Hızır dendiğini Efendimiz bildiriyor. Üstad, "Hayat mertebelerinden ikinci mertebede yaşadığını" söylüyor. Hz. Nuh, tufandan önce: "Kim Serendip adasına varır? Orada bulunan Adem ile Havva'nın cesetlerini gemiye getirirse ben de O'na dua edeyim, ömrü uzun olsun" deyince tek başına ayağa kalkıp, "ben" diyen kişi Hızır'dır.

Veya Zülkarneyn ordularının önünde; düşmanla tek başına savaşan, gittiği her yere bereket götüren kişi idi. Onun bu bereketi; kimsenin ortaya çıkmaya cesaret edemediği zamanlarda ortaya çıktığından kendisine verilmiştir. En onulmadık zamanlarda darda kalanların imdadına yetişip, etrafını cennet bahçelerine çevirir. Hızır'ın Hz. İbrahim devrinde yaşadığı da söylenmektedir. Hz. Musa ile Hızır'ın seyahati Kehf suresinde isim verilmeden bahsedilmektedir. Kehf suresinde bahsedilen bu zatın Hızır olduğunu hadis-i şeriflerden anlıyoruz.

Hızır, Hz. Musa'ya şöyle demişti: "Ey Musa! Ben Allah'ın bana öğrettiği bir ilim üzereyim ki, sen onu bilemezsin. Sen de Allah'ın sana öğrettiği bir ilim üzeresin ki ben de onu bilemem" Buhari, 18/2. "Hz. Musa, sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim? Beni talebeliğe kabul eder misin?" dedi. Hızır ise: "Sen benimle arkadaşlığa sabredemezsin! Bütün yönleri ile kavrayamadığın meseleler karşısında, kendini nasıl tutabilirsin ki?" diyordu. Biz dahi öyle değil miyiz? Hiçbir şeyi bütün yönleri ile kavrayamıyoruz. Kavrayamadığımız şeyler karşısında ise sabredemiyoruz. Sabredemeyince ise bazen hayat çekilmez gibi oluyor.

Hızır tembih etti: "Asla, hangi konuda olursa olsun, ben onun hakkında sana açıklama yapmadıkça bana soru sormayacaksın" dedi. Tamam dedi Hz. Musa. Çünkü içinde bilmediği şeyleri öğrenme isteği vardı. "Ben sabredip, senin hiçbir işine burnumu sokup karşı çıkmayacağım" diyerek söz verdi. Bu söz çok zor bir sözdü. Nasıl olacaktı ki soru sormadan ilim öğrenme? Hz. Musa'nın bahsedilen ilmi şeriat ilmi idi. Sorulmadan öğrenilmezdi. Dış görünüşe göre amel etmekti. Hızır'ın ilmi ise "Ledün" ilmi yani Allah katından verilen; şeri ilimden ayrı bir ilim idi. Bakalım nasıl bir ilimmiş. Gerçi Hızır bu ilmin tarifini: "Bütün yönleri ile kavrayamadığın meseleler karşısında kendini tutmak, işlerin iç yüzünü bilmek" şeklinde kendisi yapıyordu.

Sırrına Eremediklerimiz
Nihayet yola çıktılar. Bir limana geldiklerinde, kendilerini, gemiye alsınlar diye gemicilerle konuştular. Gemiciler onları gemiye almaya yanaşmadılar. Geminin kaptanı, Hz. Hızır'ı tanıyıp "Allah'ın, Salih kulu!" deyip, onları gemilerine hem de ücretsiz aldı. Seyahat ediyorlarken, Hızır geminin tahtalarından bazı söküp, gemiyi delmeye başladı. Hz. Musa: "Şu adamlar, bizi, gemilerine, hem de ücretsiz bindirmişlerken, sen, onların gemilerine kastedip içindekilerle beraber, bizi de batırmak için mi, gemiyi deliyorsun? Doğrusu, sen, çok büyük bir suç işliyorsun!?" dedi. Gerçekten şaşılacak şeydi bu. İyiliğe karşı kötülük gibi görünüyordu.

Hz. Musa anlaşmayı bozmuşa benziyordu. Kavrayamadığı şeyler olmuş, dayanamamıştı. Bize de olur bazen. Hızır: "Ben, sana, benimle arkadaşlık yapmağa dayanamazsın?" dememiş miydim?" dedi. Hz. Musa ise: "Şu unuttuğum şeyden dolayı, beni, sorumlu tutma ve bana, güçlük gösterme?" dedi. Gerçekten de, Hz. Musa'nın ona karşı, bu ilk davranışı, bir dalgınlık ve unutkanlık eseri idi.

Gemiden inip yolculuğa devam ettiler. Deniz sahilinde yürüyüp gittikleri sırada, bir de baktılar ki, bir erkek çocuk, başka çocuklar ile birlikte oynuyor. Hızır, hemen çocuğun yanına varıp çocuğu öldürdü!
Hz. Musa kendi yanında çocuğun durduk yere öldürülmesinden son derece bir korku ve dehşet duydu. Hızır'a: "Sen, günahsız, masum bir canı, hiç bir can karşılığında olmaksızın öldürdün hâ!?" dedi. Hızır:
"Ben, sana benimle arkadaşlık yapmağa dayanamazsın! demedim miydi? Bu, birincisinden de, ağırdır!" dedi. Çünkü zahire göre suçsuz birinin canı alınmıştı. Hz. Musa: "Eğer, bundan sonra, sana, bir şey sorarsam,benimle arkadaşlık yapma! Arkadaşlık yapmamakta haklısın, artık özür dileyemeyecek hale geldim" dedi.

Hızır anlaşmayı bozmayıp O'nu mazur gördü ve tekrar yola devam ettiler. Nihayet, bir şehre vardılar. Musa Aleyhisselâm, çok acıkmıştı. Şehirde pek çok kapıyı çalıp yemek istediler. Ahali, bunları bir türlü kabul etmiyor, yiyecek bir şey vermiyor, misafir etmekten kaçınıyorlardı. Şehirde gezinirken, yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Hızır kolları sıvayıp o eğrilmiş duvarı hemen doğrultuverdi. Hz. Musa şaşkındı: "Madem öyle, herhalde şu yaptığın iş için, şu duvarın sahibinden yaptığın işe karşılık, bir ücret alabilirdin! Ve o ücretle karnımızı doyuracak yemek alabilirdik" dedi. Kötülüğe karşı iyilik gibi görünüyordu. Hızır ise: "Artık ayrılma vaktimiz geldi demek ki!" dedi. Çünkü Hz. Musa "bir daha sana bir şey sorarsam benimle arkadaşlık etme" demişti.

İşlerin İç Yüzü
Musa Aleyhisselâm, Hızır Aleyhisselâmın elbisesinin ucundan tutup çekiştirerek:  "Haydi, bana anlatacakların var herhalde söyle!" dedi.
Hızır: "Şimdi, sana, sabırsızlık gösterdiğin, dayanamadığın şeylerin iç yüzünü, anlatayım" dedi.

O delmiş olduğum gemi ki, denizde çalışan bir takım yoksullara aitti.
Onun için, ben o gemiyi kasten bir miktar kusurlu yapmak istedim. Geminin gideceği karşı limanda her sağlam gemiyi zorla el koyup alan, bir hükümdar vardı. Hükümdarın, geminin yanına vardığı zaman, onu, kusuru yüzünden geri bırakmasını ve gemi limandan ayrıldıktan sonra  geçip gittikleri zaman, onarıp ondan yararlanmalarını istedim.
Gemicilerden kimisi: "Deliği, şişelerle tıkarız! Kimisi de: Deliği, ziftle tıkarız!" diyordu. Gemiyi, bedelsiz olarak zabtedecek olan hükümdar, geldiği ve onu delik halde bulduğu zaman, bıraktı, zabtetmekten vazgeçti. Sonra, gemi sahipleri, bu gemiden, yararlanmağa devam ettiler.

O çocuğa gelince; o çocuk kafirdi. Onun anası ve babası ise, Mü'min idiler. Bu kafir oğullarını, ana babası el üstünde tutup, üzerinde titremekte idiler. Çocuklarına bir hayranlık besliyorlardı. Şayet, o oğlan çocuğu, olgunluk çağına erişseydi, anasını, babasını azıtacak, onları da, kafir yapacaktı. Ona, sevgileri yüzünden, onun dinine tâbi olmalarından korktum. Onların Rabbi, bunun yerine, kendilerine; dinen ondan daha hayırlısını, ana ve babasına daha yakın ve merhametlisini versin, istedik.

Duvara gelince; bu duvar, o şehirdeki iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında onlara ait bir define vardı. Babaları salih bir zattı. Rabbin onların reşit olacakları çağa gelip, definelerini o zaman çıkarmalarını irade buyurdu. Bütün bunlar Rabbinden birer lütuf ve rahmet olup, ben hiçbirini kendi görüşümle yapmış değilim. İşte hakkında sabırsızlık gösterdiğin meselelerin iç yüzleri bunlardan ibarettir.

Basiret mi? Feraset mi?
Hz. Musa'nın bilmediği ilmin peşine düşmesi, öğrenmenin önemini bize gösterir. Fakat bir peygamber olmasına rağmen; tamamen İlahi bir lütufla öğretilen ve "İlm-i Ledün" denen, metafizik aleme ait ilmi bilmediğine şahit oluyoruz. Bu tür bir bilgi çeşidinin varlığı ise gerçektir. İlm-i Ledün;  ilahi feyz yolu ile, hususi bir takım kimselerin kalbine atılan özel bir bilgi ve marifettir. Bunu öğrenebilmek için samimiyet ve Allah'a yakınlık gerekir. İlm-i Ledün her zaman zahiri şeriate muvafık olmayabilir. Kalbine gelen keşf ve ilhamları doğru kullananlar, sadece zahiri değil, eşyanın batınını da görürler. Rabb'im cümleye basiret versin. "Bu, Allah'ın lütfu olup onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf ve ihsan sahibidir." Cuma, 4.

Efendimiz Aleyhisselâm, Hz. Musa ile Hızır olayını haber verdikten sonra şöyle buyurdular: "Allah, bize ve Musa'ya rahmet etsin! Ne kadar isterdim ki, ne olurdu o, sabretseydi de, ikisi arasında geçen daha fazla işler, bize, Allah tarafından, haber verilseydi Eğer, o, acele etmemiş olsaydı, muhakkak, daha bir çok şaşılacak şeyler görecekti. Fakat, o, arkadaşı tarafından bir kınamaya tutulunca utandı. Yolculuğu devam ettiremedi."

Dikkat! Ya gördüğünüz zarar; geminizi büyük bir zalimin elinden kurtarmak içinse! Ya kaybettikleriniz, sizin imanınızı kurtarmak içinse! Ya doğrultulan eğrilikleriniz, gelecekte hazinelere sahip olmanız içinse!

Ya köhne gemilerinizi onarmak, size zarar vermek içinse! Ya sizi kurtardığını düşündükleriniz, imanınızı çalıyorlarsa! Ya eğriliklerini doğrultamadığınız için hazineler kaybediyorsanız!

Ya yüzdürmeye çalıştığınız geminiz; sizin felaketiniz ise! Ya istikbalini  kurtarma çalıştığınız çocuklarınız için; imanınız elden gidiyorsa! Ya eğriye eğri diyemediğinizden ötürü doğrulamıyor, cennet hazinelerini kaçırıyorsanız!

Kimsenin ortaya çıkmaya cesaret edemediği zamanlarda; kim cesaretini toplayıp ortaya çıkarsa Hızır O'dur!

Herşeyin en iyisini Allah bilir!

Devam edecek...