24 Eylül 2017 Pazar

Bize Yapılanlar Neydi? -1-

Ali Bulaç'a, Naneli Çayın Efendisine, Hak Dostuna ve Hafız'a ithafen; Bin yıl oldu sesinizi duymayalı, Bin yıl oldu, sohbetinizi tatmayalı, bin yıl...



Uhud Ah Uhud!
Yaşadığımız süreçler boyunca Türkiye müslümanlarına hep bir tuzak kurulduğuna inanmışımdır. Bu tuzaklar tarihi devirler boyunca hep var olmuş ve var olmaya devam edecektir. Benzer tuzaklar peygamberlere, salih zatlara bile kurulmuşken kendimizi bunun dışında tutmamız doğru olmayacaktır. Müslüman uyanık olmalı, etrafında dönen hadiseleri okuyabilmelidir. Aksi takdirde hep yem olacak ve sadece bedeni değil zihni de esir alınacaktır. İmkanlarını kaybetmekle kalmayıp; imanını da kaybetme ile yüz yüze kalacaktır. Eğer bir tuzağa düşürülüyorsak ve buna Rabb'imiz izin veriyorsa bunun mutlaka bir sebebi vardır. Tuzak kuranların tuzaklarına izin vermesinin de bir sebebi vardır. Allah azze ve celle şöyle buyuruyor:

‎اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ ۚ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ ۚ فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ ۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا ۖ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
"Dünyada sırf böbürlenip büyüklük taslamak ve bir de kötü bir tuzak kurmak isterler. Halbuki kötü tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder. Onlar daha öncekilerin uğradıkları fecî âkıbetten başka bir şey mi bekliyorlar?Sen Allah'ın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir değişiklik bulamazsın!" Fatır, 43

Efendimiz'in hayatını incelediğimizde de pek çok defa kendisine tuzaklar kurulduğuna şahit oluyoruz. Bu tuzakların en büyüğü Uhud'da kurulmuştu. Uhud deyince zihinlere okçular tepesi, Hz. Hamza'nın ve Mus'ab b. Umeyr'in şehadetleri ve gönlümüzü okşayıp, gözümüzü yaşartan bir kaç hadisenin dışında başka bir şey gelmiyor. Şimdi Uhud'u beraberce mütalaa etmeye çalışalım.

Uhud'da Ne Oldu?
Bedir Savaşı üzerinden henüz onüç ay geçmişti. Mekkeliler kuzeye giden ticaret yolunu kaybetmişlerdi. Necid'den giden meşakkatli yolu kullanıyorlar lakin ticaretleri kesattı. Ayrıca Müslümanlar içlerinde İmanı henüz oturmamış, münafıkların olduğunun farkında değillerdi.

‎وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللَّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ
"(Uhud'da) İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musîbete Allah izin vermişti. Bu müminlerin  ortaya çıkması içindi." Ali İmran, 166

Müşrikler
Müşriklerin bir ordu kurup Uhud'a gelmelerinin bir kaç sebebi vardı. Öncelikle Bedir'in intikamını almak istiyorlardı. Bedir'den sonra düzgün giden ticaretleri iyice kesada uğramıştı. Şam'a giden ticaret yolunu Müslümanlara kaptırmışlardı. Buna yahudi ve münafıkların kışkırtması da eklenince savaş kaçınılmaz olmuştu. Bedir'de Ebu Süfyanın kurtardığı, Müslümanlara ait mallar henüz paylaşılmamıştı. Bu mallarla çoğu paralı askerlerden ve müttefiklerden oluşan üç bin kişilik bir ordu hazırladılar. En büyük handikapları bu paralı askerlerdi. Bu yüzden savaş sonucunda üstünlüğün onlarda olmalarına rağmen vurucu darbe vuramamışlar, apar topar geri dönmüşlerdir. Geri dönüş yolunda bir ara geri dönmeyi düşünseler de buna cesaret edememişlerdir. Mekkeye vardıklarında sonucu merak edenlere Ebu Süfyan galibiz dese de kimseyi inandıramamıştır. "Zira galipsek; nerde esirler, nerde ganimetler?" Sorularının cevabını bir türlü verememiştir.

Apar topar geri dönmelerini bir kaç şekilde izah edebiliriz. Paralı askerlerden oluşan ordu, madden bellerini büküyor, her gün yeni ödeme yapmaları gerekiyordu. Ayrıca savaşı galipken bitirip; yeni bir maceraya girmek istememişlerdi. Zira savaşın ilk anlarında bozguna uğrayan paralı askerlere güvenememişlerdi. Kurdukları plan işe yaramış Halid'in arkadan dolanıp Müslümanları iki Ateş arasında bırakması netice vermişti. Müslümanlar yetmiş şehid vermiş ve ordu tamamen dağılmış; Efendimiz'in etrafında kalanları saydığımızda;  on dört kişi sayabiliyoruz. Mağlub olmuş gibi geri çekilmeleri, yani ricat hareketi önemli bir savaş takdiğidir. Bu taktiği uygulamakta başarılı olmuşlardır. Bir de harp meydanına önce onlar gelmelerine rağmen konuşlandıkları yer hep ilgimizi çekmiştir. Mesela, neden Müslümanlar gibi sırtlarını dağa vermediklerini anlamış değiliz? Alel acele geri dönüşlerinden şunu anlıyoruz ki; endişeliydiler. Ebu Süfyan'ın dağın eteğine gelip: “Muhammed (sav) hayatta mı? Ebû Bekir yaşıyor mu? Ömer yaşıyor mu?” demesi boştan yere değildi. Efendimiz ve etrafındaki lider kadronun öldürülmesi planlanmış, bunu kontrol ediyordu.

Uhud'a geldiklerinde aralarında kadınlarda vardı. Hind, "Sen ey Vahşi! Sinemdeki yangını söndürdün. Yaşadığım sürece sana minnettar kalacağım, mezarda da kemiklerim çürüyene kadar sana minnettar kalacaktır." Diyordu. Uhud ticaretlerini canlandırmaya bir nebze de olsa yetti. Çöl kabileleri kışkırtıp Medine'ye saldırttılarsa da netice alamadılar. Medine'den çıkarılan Beni Nadir yahudilerinin kışkırtması ile çölün daha önce görmediği büyüklükte bir ordu hazırlayıp bir kere daha Medine'ye baskına geldiler. Bunda da karşılarında hendeği görünce şaşırıp kaldılar. Bir aya yakın şehri muhasara etseler de netice alamayıp geri dönmek zorunda kaldılar. Kurdukları bu büyük ordunun maliyeti çok ağır gelmişti onlara. Bu onların son gelişleri oldu, bir daha hiç gelemediler.

Mekke ordusunun geri dönüş yoluna girdiği sıralarda Medine boş ve savunmasız bir halde idi. Medine’yi yağmalamayı akıllarına bile getirmeden doğruca Mekke’ye doğru yola koyuldular. Bilemiyoruz acaba bu durum sıradan bir muhakeme hatası ve yanlış bir karar mı idi? İlk anda ki mağlubiyet görüntüsünün gevşekliği mi idi? Paralı askerlerin içine düştüğü acziyet mi idi? Bilmiyoruz! Efendimiz düşmanın hareketleri hakkında bilgi almak için gözcüler çıkardı ve develerine binip atlarını da yedeklerine alarak geri çekildikleri haberini alınca şöyle buyurdular: “Uzun bir yolculuğa çıkacak gibi görünüyorlar. Eğer Medine’ye hücum etmek isteselerdi atlarına binerlerdi.” Gerçekten düşmanın geri çekilmesine anlam vermek zordu. Galibiyeti taçlandıracakken, bunu yapmayıp apar topar geri dönüyorlardı.

Yahudiler
Hicretten sonra Medine’de yahudilerle Müslümanlar arasında imzalanan "Medine Sözleşmesi" herkesin malumudur. Buna göre her iki toplumda savaş olursa birbirlerinin müttefiki olacaklardı. Uhud öncesi Medine’de Müslümanlarla Yahudiler arasındaki ilişkiler gergin bir haldeydi. Beni Kaynuka ile yaşanan olay tazeliğini hala koruyordu. Bedir savaşı ile Mekke'den kızıl denize paralel giden sahil yolu Müslümanların kontrolüne geçince Cuhfe'de bulunan yahudi ticaret kolonisi de eski önemini yitirmişti. Bir Yahudi heyeti Mekke müşriklerini intikam savaşına tahrik etmek amacıyla Mekke’deydi. Efendimiz sefere çıkılacağı haberini yahudi kabilelere de göndermiş fakat onlar icabet etmemişlerdi. Mazeretleri hemen hazırdı. "O sözleşme bir cumartesi günü imzalandı. Dolayısı ile geçersizdir." Malum Uhud savaşı bir cumartesi gerçekleşmiştir. Bunun için de "Bizim ibadet günümüzdür." Dediler. Ordu Şeyheyn' den çıkarken altı yüz kişilik bir yahudi grup yardıma gelmiş lakin efendimiz geri çevirmişti. Bu geliş şüpheli bir gelişti. Yahudi Muhayrik İman edip savaşa katılmış ve Uhud şehitleri arasında yerini almıştır.

Münafıkların Derin Devleti
Mekke'ye giden yahudi heyetin içinde Ebu Amir isimli münafık da vardı. Ebu Amir "Gasailü'l Melaike" olarak bilinen Hanzala b. Ebu Amir'in babasıydı. Ebu Âmir b. Sayfî, Efendimiz Medine’ye hicret ettiği zaman, Küba'da yaşayan Evs kabilesinin Beni Dubay kolundandı. Ebû Âmir, Medine anlaşmasına imza koyanlardan birisiydi. Cahiliye devrinde ruhbanlığa, din adamlığına özenir, farklı ve özel kıyafetler giyerdi. Medine'nin baş münafıklarından Abdullah b. Übeyy b. Selûl de, bu Ebu Âmir’in halasının oğlu idi. Medine yahudilerinin bir Peygamber beklediklerini biliyordu. Beklenen Peygamber'in kendisi olduğunu işmam edip duruyordu. Efendimiz'in Peygamberliğini duyunca Ebu Âmir’in kıskançlığı ve azgınlığı tuttu. Abdullah b. Übey'in kendine Şam'da yaptırdığı krallık tacını da hatırlayacak olursak; Ebu Amir'le ikisinin düşmanlıkları iyice artmış oldu. Efendimiz Medine’ye hicret edip gelince, Ebu Âmir'in rahatsızlığı had safhaya ulaştı ve elli kadar adamıyla beraber Mekke’ye gidip yerleşti. Bedir'de müşriklerle beraber olup Müslümanlara karşı savaştılar. Bu tutum ve davranışlarından dolayı Efendimiz ona “Fâsık” diyordu. Ebu Âmir müşrikleri Uhud savaşına kışkırtan kişidir. Müşriklere: “Ben, kavmimin yanına varacak olursam, onlardan iki kişi bile bana aykırı davranmaz. İşte kavmimden şu yanımda bulunan kişiler söylesinler!” diyordu. Mekke ordusu yola çıktığında Medineli münafıklarla çoktan irtibat kurulmuş; planlar yapılmış ve Müslümanlara büyük bir tuzak kurulmuştu. Tuzak Müslümanları Medinenin dışına çıkartmaktı.

Uhud Günü Mekkelilere refakat etmiş, hatta İslâm karargahısın arkasına açtığı/açtırdığı çukurların üzerlerini bizzat kendisi kamufle etmişti. Savaş başlamadan önce Müslüman saflarının önüne kadar gelerek, akrabalarına seslenerek; Efendimizi terk edip yalnız başına bırakmaları çağrısında bulunmuştu. "Ben Ebu Amir'im!" Diye bağırıyordu. Savaşı ilk başlatanın da o olduğu söyleniyor. Uhud'da "Muhammed (sav) öldü" yaygarasını çıkartan ise yine bu fasıktır. Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl, görünüşte Müslüman olduğu izlenimi vererek kendini gizlemeyi tercih ederken; Ebu Amir kendini hiç gizlememiş, açıktan düşmanlık etmiş; münafıkları gizliden yönetmiştir. Hemen hemen her olayda parmağı olduğuna şahit oluyoruz.

Hendekten önce Kabe duvarına yapışıp yemin edenler arasında görüyoruz Ebu Amir’i. Huneyn'de, Evtas savaşında, Taif kuşatmasında ve Tebuk seferinde yine Ebu Amir ismi dikkat çekiyor. Mekke fethedilince Ebu Âmir Taif’e, Taifliler Müslüman olunca da Şam’a kaçtı. Orada, Hristiyanlığı kabul etti. Sonunda tüm ümidini yitirince bir daha Bizans topraklarından ayrılmadı. Efendimiz Bizans’a karşı Tebuk Seferi’ne çıkınca, Ebû Amir talihin nihayet kendisine güldüğünü sanıp, Medine’deki diğer münafıklara; Bizans ordusuna Medine’yi istila ettireceği güvencesini verdi. Medine’ye rahat girip çıkabilmek ve derin devleti ile görüşebilmek için münafıklara, Kuba mescidi yakınlarında bir mescit inşa ettirip, münafık yandaşlarını burada toplayıp görüşüyorlardı. (Dırar Mescidi) Efendimiz onun maksat ve niyetinden kuşkulanarak, bu münafıklık merkezinin yıkılıp ateşe verilmesini emretmiştir. Bu olaydan iki yıl sonra Ebu Amir, Bizans İmparatoru Herakliyus’un yanında ölüp gitmiştir.

Ebu Âmir şavaştan sonra oğlu Hanzala'nın cesedinin başına gelip  Hanzale’nin göğsünü ayağıyla teperek, “Sen bu dine girmekle felâkete uğradın. Ey şeref kirletici oğul! Eğer sen evlatlık vazifesini yapmış, babanın sözünü dinlemiş olsaydın, hiç şüphesiz, Allah seni yaşatır, öldürmezdi. Ben seni bu adama karşı uyarmadım mı? Fa­kat sen babana karşı saygılı, soylu karakterli bir çocuktun. öldüğün zaman da arkadaşlarınla beraber öldün. Eğer Allah, şu yatan adama -Hz. Hamza'yı işaret ediyordu- veya Muhammed (s.a.v.)'in taraftarlarına bir mükâfat verirse, seni de mükâfatlandırsın!” Ebu Süfyan o kim ki? deyince: “Bu, bence, buradakilerin en şerefli olanıdır. Bu, Ebu Âmir’in oğlu Hanzala’dır” dedi. Oğlum diyemedi!

Abdullah b. Ubey b. Selül
İbni Selül'ü, geri dönen üç yüz münafığın başı olarak biliyoruz. Fakat zihinlerimiz bizi yanıltıp sanki savaşta etkisi yokmuş gibi düşünüyoruz. Halbuki öyle değil. Onun Mekke ile irtibatı hiç kesilmedi. Bedir'e Ebu Cehil'i cesaretlendirenin o olduğunu biliyoruz. Mekke’ye sürekli bilgi aktarıyordu. Ayrıca yahudilerlerle sürekli irtibatta; dayı oğlu Ebu Amir'in işbirlikçisiydi. Efendimiz'in ilk istişaresi sırasında o da mescitte idi. Yapılan istişarede fikir ayrılığını körüklemiştir. Medine'de kalıp bir şehir savunması yapılması konusunda reyde bulunmuştu. Bunu kasıtlı olarak yaptığını ve Müslümanları meydana çıkartmayı planladıklarını düşünüyoruz. Eğer aksi olsa idi, münafıklar daha Medine’den ayrılır hiç yola çıkmazlardı. Şeyheyne kadar gelmeleri bu planın bir parçası idi.

Şeyheyn'de yatsı namazları kılınmış, herkes istirahata çekilip yarına hazır olmak istiyordu. İbni Selül, Efendimiz'e sesini duyuracak şekilde:  -kendisini muhatap almadan- "Ben de senin gibi düşünüyordum. Sen beni dinlemeyip çoluk çocuğu dinledin!" diyordu. Hal ve tavırlarında istihza vardı. Biz gidiyoruz bile demeden sessizce ayrılıp Müslümanların zihninde olan endişeyi iyice körüklediler. Aynı saatlerde yahudilerin yardıma geldiklerine de şahit oluyoruz. Bu geliş hayra bir geliş değil; bilakis meydanda bırakma ve istihbarat amaçlı bir delme operasyonu idi.

Abdullah b. Ubey b. Selül her cuma efendimiz hutbeden inince ayağa kalkar ve: "Ey insanlar! Bu insana itaat ediniz!" derdi. Uhud'un hemen sonraki ilk cuma günüydü. Yine aynı şeyi yapmaya kalkınca; camide bir hareketlenme oldu. Bir sahabi elbisesinin eteklerinden tutarak: "Otur! Otur! Allah'ın düşmanı! Sen buraya layık değilsin! Senin ne yaptığını herkes biliyor!" dedi. Hz. Halid b. Zeyd, Ubade b. Samit gibi sahabiler sakalından tutup onu dışarı attı. Mescide de bir daha gelmedi. Ne oldu diyenlere ise: "Beni Sehl ve Süheyl'in hurma kuruttukları yerden çıkarttılar!" deyip "Mescid" dememeyi tercih etti.

Diğer Münafıklar
Bir diğer yanılgımız ise; kalan yedi yüzün içinde hiç münafık olmadığı yönünde! Hayır tam aksine kalan yedi yüz kişinin içinde de münafıklar vardı. Bunu nerden anlıyoruz? İslam karargahının ardına kuyular kazılmasından, İslâm şehitlerinin bazılarının arkadan öldürülmesinden ve diğer bazı olaylardan anlıyoruz. İbni Kamia'nın Efendimizi ve Mus'ab'ı iyi tanımasına rağmen; sırf O'na benziyor diyerek Mus'ab'ı şehit etmesi ve  "Muhammed'i (sav) öldürdüm demesi; kirli bir dezenformasyon ve propoganda idi. Ya efendimizi bizzat öldürmeye veya öldürüldüğü şayiasını yaymaya yönelik bir plandı bu! Bu an savaşın kırılma anlarından ikincisidir. İlki ise okçuların yerini terketmesidir, zira okçuların arasında da münafıklar vardı!

Kimsenin kimse ile düzgün irtibat kuramadığı hengamede; Müslümanlar arasında bulunan münafıklar, “Muhammed, öldürüldü!” diyerek yaygaraya başladılar. Onlardan, “Keşke Abdullah b. Übeyy’e gidecek bir adamımız olsa da, o bize Ebu Süfyan’dan bir eman alıverse!” diyenler çıktı ortaya. Bakar mısınız? Bozacının şahidi şıracıya! Zihinlere nasıl ipotek konuyor zor zamanlarda. Bakar mısınız şu hadiselere. Münafıklardan  “Ey Müslümanlar! Muhammed öldürüldü artık! Ebu Süfyan gelip sizi öldürmeden önce, kavminizin yanına (Medine’ye) dönün!” diyenler çıktı ortaya. Hatta, müşriklerle savaşan mücahidleri birer birer dolaşarak onları savaşmaktan vazgeçirmeye çalışanlar da vardı. Referans gösterilen iki kişinin liderler olması, iş birliğini de ortaya koyuyor.

Şeytan o gün kılıktan kılığa giriyordu. Malik b. Duhşum suretinde; on üç yerinden yaralanmış Hârice b. Zeyd’in yanına varıp: “Muhammed’in öldürüldüğünü bilmiyor musun?” demişti. Hârice b. Zeyd'in cevabı müthişti: “Muhammed öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah, Hayy ve Lâyemût’tur, ölümsüzdür! Muhammed, Rabbinin elçilik vazifesini yerine getirmiştir. Yapılması gereken tebliğleri yapmıştır. Senin dininin uğrunda da çarpışmıştır!” Malik b. Duhşum bu defa Sa’d b. Rebi’in yanına vardı. O da, oni ki yerinden yaralıydı. Ona da: “Muhammed’in öldürüldüğünü biliyormusun?” dedi. Sa’d b. Rebi’: “Ben Muhammed’in; Rabbi tarafından verilen Peygamberlik ve tebliğ vazifesini yerine getirdiğine ve senin dinin uğrunda da çarpıştığına şehadet ederim. Şayet Muhammed (sav) öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah Hayy ve Lâ yemût’tur, ölümsüzdür” dedi. Mâlik b. Duhşum: “Resûlullahın öldürüldüğü muhakkaktır. Artık sizler de, daha önce dönenler gibi, kavminizin yanına dönün! Şimdi onlar evlerine sağ salim girmiş bulunuyorlar” dedi. Müslümanları yarı yolda bırakan Münafıkları kasdediyordu. Kuran bu olayı şöyle tesbit ediyor.

‎وَمَا مُحَمَّدٌ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ ۚ أَفَإِنْ مَاتَ أَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ ۚ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللَّهَ شَيْئًا
 "Muhammed ancak bir rasûldür. Nitekim O’ndan önce de rasûller gelip geçmiştir. Eğer O ölür veya öldürülürse, yoksa hemen ökçeleriniz üzerinde gerisin geriye dönümüvereceksiniz? Kim ökçesi üzerinde gerisin geriye dönerse, (bilsin ki o,) hiçbir şekilde Allah’a zarar veremez." Ali İmran, 144

Ayneyn adı verilen tepenin üstündeki okçuların içinde de münafıklar vardı, demiştik ya! İşte o gün şeytan Cuâl İbn Sürâka şeklinde aynenyde temessül eden şeytan, ardı ardına tepeden aşağıya şöyle sesleniyordu: "Muhammed öldürüldü!" Mü’minleri can damarından vuruyordu bu ses. Bir müşriğin "öldürdüm" demesini, münafıklar "öldürüldü" olarak her yere yayıyor, kol kanat kırıyorlardı. Planın önemli parçasıydı bu dezenformasyon.

devam edecek....